Bir gün aniden size dönüp kocaman gözlerle bir şey sorduğu o anı düşündünüz mü hiç?
Belki bir kelebek gördü, belki bir tencerenin kapağını açtı ve çıkan buharı merak etti. İşte tam da bu anlar, onun dünyayı keşfetmeye başladığının işaretidir. Okul öncesi dönem, işte bu tür küçük ama büyüleyici anlarla doludur. Çocuklar bu dönemde sadece öğrenmekle kalmaz, dünyayı anlamlandırmaya da başlarlar.
Bu yaşlarda çocuklar, dünyayı merakla izler. Gördükleri her şeyin içinde koca bir dünya gizlidir onlara göre. Ellerinden düşürmedikleri oyuncaklar kadar, yerde gördükleri bir taş ya da uçan bir kuş da ilgilerini çeker. Çünkü zihinleri sürekli çalışır, sorar, dener, sorgular.
Ve işin güzeli şu: Bu merak, onların en büyük öğrenme gücüdür. Eğer biz büyükler olarak onların merakına kulak verirsek, öğrenme heveslerini söndürmek yerine ateşleyebiliriz.
Çocuklar dünyayı bizim gözlerimizden değil, kendi deneyimleriyle tanımak ister. Bu yüzden "düşmesin, kirlenmesin, ellemesin" demek yerine bazen diz çöküp yanlarına oturmak, birlikte sormak gerekir:
"Sence bu neden böyle olmuş olabilir?"
Her sorularında onlara hazır bir cevap vermek yerine birlikte araştırmak, birlikte şaşırmak, birlikte öğrenmek daha kıymetlidir. Çünkü bir çocuğa yalnızca bilgi vermek değil, ona öğrenmeyi sevdirmek asıl önemli olandır.
Evde kurulan bir yastık kalesi, yağmurlu bir günde cam kenarına oturup damlaları saymak, birlikte kitap karıştırmak... Bunların hepsi okul öncesi dönemde bir çocuğun gelişimine katkı sağlayan çok değerli anlardır.
Zor olmak zorunda değil. Gündelik hayat, öğrenmek için zaten sayısız fırsatla dolu.
Unutmayalım: Her çocuk merak eder. Ama her çocuk aynı şeyi merak etmez. Kimi böceklere ilgi duyar, kimi renklere, kimi seslere... Bizim görevimiz, onun neye ilgi duyduğunu fark etmek ve bu ilgiyi desteklemek.
Bir taşla kule yapar, bir hikâyeyle diyarlara yolculuk ederiz. Yeter ki onların dünyasına gerçekten katılalım.